Bugun...


Coşkun BEL

facebook-paylas
Doktorlarımız neden gidiyor?
Tarih: 14-07-2023 13:40:00 Güncelleme: 14-07-2023 14:11:00


Gidenler sadece doktorlarımızla sınırlı değil...

Özellikle kamu sağlık kurumlarımızda görev yapan tecrübe sahibi hekimlerimizin yanı sıra hemşireleremiz de gidiyor...

Peki nereye gidiyorlar?

Başta özel sağlık kurumlarına ve yurt dışına tabii...

Şu önemli ayrıntıyı da atlamamak gerekiyor...

Kamudan ayrılıp sedece muayenehane işleten doktorların sayısı da az değil ülkemizde...

Peki neden böyle oldu?

Yazımım detaylarını okudukça belli bir fikir edineceğinizi düşünüyorum...

Uygulanan yanlış sağlık politikaları zaman içinde doktorlarımızı küstürdü. Doktorlar artık, genel cerrahi, kalp cerrahisi gibi riskli branşları tercih etmiyor…

Son yılarda, Tıpta Uzmanlık Sınavı (TUS) sonuçlarında büyük bir değişiklik yaşandığı ortaya çıktı. En başarılı hekimler artık, cildiye, göz, radyoloji ve fizik tedavi gibi branşları tercih etmeye başladı…
Son TUS sınavında; en başarılı 100 hekimin, ülkemizin en çok ihtiyacı olan kalp-damar, göğüs, beyin cerrahisi, kadın-doğum, kardiyoloji, dahiliye gibi branşları seçmediği ortaya çıktı. 
Ne yazık ki artık hekimler, yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide seyreden riskli ameliyatlarla uğraşmak istemiyor. İç hastalıklarının teşhis konulamayan zor olgularını çözmek istemiyor.
Onun yerine hiç riski olmayan hafif hastalıkları yani masa başında film veya tetkik sonucu yorumlamayı tercih ediyor. Bir başka deyişle doktorlar, hastalarla karşılaşmaktan, yüz yüze gelmekten kaçınıyor.
Son yıllarda birçok değerli hekim, yoğun hasta yükü olan kamu hastanelerini terk ederek, az sayıda hastanın bakıldığı özel hastanelere ve vakıf üniversitelerine geçti. Ya da çok severek seçtiği mesleğini terk ederek, resimle, tarımla uğraşmaya başladı. 
Türk Tabipleri Birliği’nin ‘Türkiye’nin Sağlığı 2019’ raporuna göre, Türkiye’de 2019 yılında 117 devlet ve vakıf üniversitesinin “Tıp” bölümlerine öğrenci kaydı yapıldı. 
Raporda, 69 tıp fakültesinin mezuniyet öncesi eğitim programlarının asgari standartları taşıyıp taşımadıklarının bilinmediğinin altı çizilerek şöyle deniyor: 
“Önemli olan tıp fakültelerinin sayısını artırmak değil, var olan fakültelerdeki mezuniyet öncesi eğitim programlarını asgari standartları taşır hale getirmek ve bunu belgeleyebilmektir.”
Türk Tabipler Birliği’nin tespiti yerindedir. Milyarlarca lira harcayıp, ülkenin dört bir yanına yüzlerce tıp fakültesi binası inşa edebiliriz.
Ancak…
Kaliteli bir tıp eğitimi açısında bu doğru bir yaklaşım değildir… 
2002 yılına kadar ülkemizde 77 üniversite bulunuyordu. ‘Her ile bir üniversite’ anlayışıyla hareket eden iktidar bu sayıyı 2020’de 207’ye çıkardı.
2002 yılında ülkemizde 44 adet tıp fakültesi vardı. Bu sayı 2021’de, 128’e çıktı. 
İyi güzel…
Ancak…
Bazılarının kendisine ait yerleşkesi dahi bulunmamaktadır. Açılan tıp fakültesinin mutlaka hastanesi olması gerekmektedir. Hastanesi olmayan tıp fakülteleri vardır. Olacak şey değil!
Önemli olan öğretim görevlisiyle bütün alt yapısıyla o tıp fakültelerini bilimsel anlamda güçlendirerek, etkin bir tıp eğitimi sağlamaktır.
Ülkemizde hesabı kitabı yapılmadan böyle bunun benzeri projeler hayata geçirilince, beraberinde bazı sorunlar da ortaya çıkıyor…
Son 18 yılda üniversite sayıları hızla artarken, nitelikli akademisyen sayısı adeta yerinde saydı… 
Nasıl mı?
Türkiye’de bir öğretim elemanına 45 öğrenci düşerken, bu sayı Almanya’da 12, İngiltere’de 16’dır.
Ayrıca öğrenciler de mağduriyet yaşamaya başladı. Üniversite sayısı artınca haliyle eğitim gören öğrenci sayısı da ciddi oranda arttı…
Ülke genelinde yurt sorunu yaşanmaya başlandı. Devlet 10 öğrenciden 9’una yurt sağlayamadı.  
Özel yurt ücretleri ateş pahasıdır. Bu ekonomik ortamda öğrenci ailelerinin bu paraları ödemesi mümkün değildir.
Devlet yurdunda yer bulamayan öğrenciler; ailesinden uzakta 4 yıl ya da 6 yıl hiç tanımadığı bir şehirde, uygun ücretlerde bir yer bulabilmek için büyük mücadele veriyor.
Özel yurt ücretleri ise ateş pahası...
Şu önemli hususu da eklemeden edemeyeceğim. Bizden ekonomik olarak çok daha iyi noktalarda bulunan İngiltere’de, tıp fakültesi sayısı 32 iken, Almanya’da 38’dir. Türkiye’de tıp fakültesi sayısı 128’e çıkmıştır. Avrupa’nın en çok tıp fakültesi olan ülkesiyiz.
Üniversite sayımız son 18 yılda 77’den 207’ye yükseldi. İyi güzel… Ancak asıl sorulması gereken soru şu: ‘Dünyanın En İyi Üniversiteler Sıralaması’nda neredeyiz?
Hemen açıklayayım…
İlk 500 içinde sadece bir üniversitemiz, Koç Üniversitesi 465’nci sırada, listede yer aldı. İşte bu tablo bize ülkemizdeki üniversite eğitiminin halini ortaya koymaya yetiyor, artıyor da…
İşte zirvedeki ilk 10 üniversite…
-MIT Üniversitesi: ABD.
-Stanford Üniversitesi: ABD.
-Harvard Üniversitesi: ABD.
-Calltech Üniversitesi: ABD.
-Oxford Üniversitesi Birleşik Krallık
-ETH Üniversitesi: İsviçre
-Cambridge Üniversitesi Birleşik Krallık
-Imperial Collese London: Birleşik Krallık
-Chicago Üniversitesi: ABD.
-UCL Üniversitesi: Birleşik Krallık
Ayrıca kangren haline dönen şu önemli hususa da değinmek isterim…
Marifet yurdun dört bir yanını üniversiteyle donatmak değil, o üniversiteden mezun olan pırıl pırıl gençlerimize istihdam sağlamaktır.
Sağlık sektöründen örnek vereyim…
Diyetisyenler, anestezi teknikerleri, hemşireler, paramedikler, diş protez teknikerleri, psikologlar, biyologlar, röntgen teknisyenleri, fizyoterapistler ve adını sığdıramadığım, 39 sağlık bölümü mezunu gencimiz atama bekliyor. Atama bekleyen sağlıkçıların sayısı 650 bini bulmaktadır.
Türk Tabipleri Birliği Raporu’nda da karşımıza şöyle acı bir tablo çıkıyor… 
2019 yılında 1047 hekim, başka bir ülkede çalışabilmek için Türkiye’den göç etmiş. Türkiye’de umduğunu bulamayan pırıl pırıl beyinler, mesleklerini yurt dışında sürdürmeyi tercih ediyor…
Bu ülkemiz adına endişe verici bir durumdur. Değerli okurlarım. Ülkemizin geldiği noktaya bakar mısınız?
Ülkemize hizmet etmek için bu zorlu mesleği seçen birbirinden değerli hekim, umduğu çalışma ortamını bulamayınca yurt dışına göç ediyor.
Ne kadar acı!
İşte böyle değerlerimizi bir bir kaybediyoruz. Bu değerlerimiz yurt dışında birçok alanda başarı kazanıp, tıp alanında dünyaya ses getirecek önemli projelere imza atıyor.
Yurt dışında başarılı olmuş öyle çok bilim insanımız var ki. Saymakla bitmez…
Bir iki örnek vereyim…
Prof. Dr. Aziz Sancar, hücrelerin hasar gören DNA'ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları sayesinde, 2015 Nobel Kimya Ödülü'nü kazandı.
Almanya’da yürüttüğü çalışmalar neticesinde Koronavirüs (Covid -19) aşısını bulan Prof. Dr. Uğur Şahin ve eşi Prof. Dr. Özlem Türeci.
ABD’de çalışmalarını yürüten Prof. Dr. Rahmi Öklü’de müthiş bir buluşa imza atarak, kanserli dokuyu yok eden yeni bir sıvı geliştirdi.
Bu hekimlerimizin başarısı ülke olarak hepimizi hiç kuşkusuz gururlandırıyor. Ancak halimize üzülmeliyiz? Hem de çok…
Neden biz böyle beyinleri ülkemizde tutamıyoruz? İşte sorgulanması gereken budur. 
Yukarıda Türk Tabipleri Birliği’ne, yurt dışında çalışmak için başvuran hekim sayılarını verdim. İşte böyle değerli beyinler ülkemizden bir bir göç ediyor.
Peki Türkiye’de biz nasıl bilim üreteceğiz?   
Sağlık çalışanlarımızın çektiği sıkıntılar yetmiyormuş gibi bir de şiddete maruz kalıyorlar…
Bir doktor görev yaptığı hastanesinde zangır zangır titrer mi hiç? 
Bal gibi titrer…
Nasıl mı?
Babamızı rahmetli olmadan önce 2011 yılının temmuz ayında yüksek tansiyon şikayetiyle gece yarısı Haydarpaşa Numune Hastanesi’nin nöroloji kliniğine yatırdık.  Kısmi felç geçiriyordu…
Saat: 03:00 sıralarında babamın sağlık durumunu öğrenmek için nöroloji asistanı nöbetçi doktor hanımın kapısını çaldım.
Değerli okurlar, içeride gördüğüm manzara; saygın ve de kutsal bir meslek olan doktorluğun ne hallere geldiğini gözler önüne seriyordu…
Kapıdan girdiğimde bir köşeye sinmiş olan doktor hanımın yüzü kıpkırmızı, vücudu zangır zangır titriyordu…
Beni görünce, iki elini kaldırarak ‘lütfen üzerime gelmeyin’ dedi. 
Hemen anladım odada bir şeylerin yaşandığını. Yaşadığı korku yüzünün tüm hatlarına yansımıştı…
Meğer bir hasta yakını 10-15 dakika önce kapıyı tekmeleyerek içeri girmiş, doktor hanımı tartaklayarak üzerine yürümüş…
Diğer sağlık personeli doktor hanımı zor kurtarmış.
Allah aşkına, böyle bir ruh halinde olan bu doktorumuzdan sağlık hizmeti bekleye bilir miyiz? 
Hayır! Bin kez hayır!
Bu saldırılar sadece fiziki şiddetle sınırlı kalmıyor. Bu güne kadar çok sayıda sağlık çalışanımız yaralandı ve hayatını kaybetti.
Ne yapmalıyız?
Avustralya özel bir yasayla bu sorunu çözmüş…
Ülke genelindeki hastanelerin duvarlarına, hapishanedeki yatağında yatarken düşünen bir adam fotoğrafı ile birlikte altına şu uyarı yazısı eklenmiş: “Eğer bir sağlık çalışanına şiddet uygulamaya hakkın olduğunu düşünüyorsan, bunu tekrar düşünmen için sana içerde 14 yıla kadar zaman veriyoruz.”

"Doktorarımız neden gidiyor?" sorusunun yanıtını bu kısa makelede ele almak sağlıklı bir yaklaşım olmaz...

Olaya geniş pencereden bakmak gerek. Ben de şahsen öyle yaptım...

"Sağlıkta Hapı Yuttuk" adlı kitabımda konuyu derinlemesine ele aldım. Çözüm yollarını sıraladım...

Özellikle kamu hastanelerimizde yaşanan doktor istifaları hastane kapısına düşen her vatandaşımızı yakından ilgilendiriyor. Kamu hastaneleri vatandaşa ücretsiz hizmet sunan kurumlardır...

İnsanlarımızın kıt kanat geçindiği bu dönemde özel hastane üceretlerini karşılamak mümkün mü? 

İşte bu yüzden kamu hastanelerimizin tıbbi teknoloji olmak üzere yetişmiş insan kaynaklarına gerekli özen gösterilerek güçlendirilmelidir.

 





FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YUKARI